17 Aralık 2011 Cumartesi

Hey, orda kimse var mı?



Herkesin “Türkiye bugünlere nasıl geldi?” sorusunu sorduğu şu günlerde, can dostum Mustafa Taviloğlu çok hoş bir hikâye anlattı; ben de bunu sizlerle paylaşmak istedim.
Osmanlı devrinde “Acaba Ay’da kimse var mı?” sorusu düşmüş milletin aklına.
Bunu öğrenmek için de bir çare düşünmüşler.
Demişler ki; “Ahaliyi Sultanahmet meydanına toplayalım. Hep bir ağızdan hey diye bağırtalım. Çok yüksek bir ses çıkacağı için nasıl olsa Ay’dan duyulur, eğer orada kimse varsa bize cevap vermeye çalışır!”
Burada bir dakika soluklanıp atalarımızın bu fennine, bu ilmine şapka çıkartmayı ihmal etmeyelim ve hikâyeye devam edelim.
Günü geldiğinde saray memurları binlerce kişiyi Sultanahmet meydanına toplamış, “Ey ahali!” demişler “Bir, iki, üç diye sayacağız, üç denildiğinde hep bir ağızdan ‘Heeeeey!’ diye bağıracaksınız. Tamam mı?”
“Tamaaam!” demişler.
Padişah da gelip makamına kurulmuş.
Bu arada kalabalık arasında bulunan bir fani kendi kendine demiş ki: “Ben boşu boşuna bağırmayayım, nasıl olsa kalabalığın içinde benim bağırıp bağırmadığım fark bile edilmez.”
Sonra mabeyinciler “Biiir, ikiiii, üç!” diye seslenmiş veeeeee...
Kalabalıktan hiç ses çıkmamış.
Koca meydana ölüm sessizliği çökmüş, sinek uçsa duyulacak.
Çünkü meydandaki herkes o kurnaz atamız gibi düşünmüş.
Nasıl olsa başkaları bağırır diye herkes meydanı birbirine bırakmış.


***


Taviloğlu, bu müthiş hikâyeyi anlatır anlatmaz “işte tamam” diye düşündüm. “Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiği sorusunun cevabını bulduk. Çünkü yıllar boyunca herkes sorumluluğu birbirinin üstüne attı. Ben işime gücüme bakayım, nasıl olsa birileri çıkar mücadele eder dedi. Ne kimse siyasetin ateşinde yandı, ne hayatından fedakârlık etti. Köşesinden ortalığı seyretmekle yetindi. Daha doğrusu bir takım fedakâr insanlar çıkıp canını, kanını verdi; toplumu uyarmaya çalıştılar ama başaramadılar. Sonunda da bugünlere geldik.”


***


Bu yüzden ben Türkiye’nin geldiği durumu, “Çalıklar ve alıklar” olarak (teşbihte hata olmaz!) nitelendiriyorum.
Bir grup, dayanışma içinde hedefine adım adım yürürken, ses çıkarmamayı ve sorumluluğu başkasına atmayı düşünen milyonlarca kişi köşesinde oturdu.
Uyarmak için çırpınanları da ya karamsar buldu ya aykırı.
Hepsine burun kıvırdı.
Sonunda da arkasında kimseyi bulamayan Nasrettin Hoca, Timur’dan birkaç fil daha istedi.
İşte budur ol hikâyet!
Hali pür melalimiz ortadayken, kimseye etmeyelim şikâyet!

Zülfü Livaneli - Tarih 29.12.2007 !!

10 Aralık 2011 Cumartesi

Demir Demirkan / Hepsi Hikaye

Tenden ayrı aşk mı olur
El değmeden, göz görmeden
Ancak gelen elden budur
Yalvarırım gel ölmeden
Yaşamışım sen olmadan
Bu akıl, bu ruh, bu beden hepsi hikaye, hepsi hikaye...

HİÇBİR GÜÇ, DÜŞ GÜCÜ KADAR KUVVETLİ DEĞİLDİR!

Genç yönetmen yeni filmi için yüzü düzgün, kamera karşısında
rahat, düş gücü gelişkin bir kadın oyuncu arıyordu.

Gazeteye ilan vererek adayları davet etmişti. Gün boyu peş peşe girdiği mülakatlardan yorgundu. O, kendine yeni bir kahve koyarken, sıradaki oyuncu adayını içeri aldılar. Alımlı genç kız, yüzünde meraklı bir tebessümle deneme kamerasının karşısına oturdu ve yönetmenle sohbete başladı. Adı Emile Muller'di. Kısa hasbıhalden sonra yönetmen değişik bir şey denemiş olmak için "Çantanızı açıp bana içindekileri birer birer anlatır mısınız?" dedi. Genç kız arkadaki çantaya uzandı. Fermuvarını açtı. Önce eline gelen iri kırmızı elmayı çıkarıp anlattı: "Bu elmayı sabah tezgah başında meyvelerini parlatırken gördüğüm manav hediye etti. Çok iştahlı bakmış olmalıyım." Sonra bir kitap çıkardı.
Henüz kitabın ilk sayfalarında olduğunu ve okuduğu satırlardan çok
etkilendiğini anlattı. Romanın baş kahramanının dalaverelerinden söz etti.
Ardından bir gazete çıkardı: İş aranıyor ilanını orada okumuştu. Listede,
başvuracağı başka işler de vardı. Sonra makyaj çantası, ajandası ve not
defteri... Yönetmen, bu sonuncudan rasgele bir sayfa çevirip okumasını
isteyince defteri açıp mahcup bir edayla okudu genç kız... Özel duygulardı okudukları... Derken çantanın gizli bölmesine attı elini... Oradan iki
fotoğraf çıkardı. Biri uyuyan genç bir adam fotoğrafıydı: "Sevgilim" diye
açıkladı: "Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmez de... Ancak uykudayken
çekebiliyorum fotoğrafını..." İkinci fotoğrafın annesinin evlenmeden önceki
hali olduğunu söyledi. O halini şimdikinden daha çok seviyordu. Genç kızın,
çantadan çıkarıp büyük doğallıkla anlattığı her bir nesne, bir yapbozun
parçaları gibi onun hayatından kesitler sunuyordu.

Bu oyun, 15 dakika kadar sürdü. Sonunda yönetmen Emile'e teşekkür etti. Çıkarken kapıdaki görevliye telefonunu bırakmasını söyledi. "Arkadaşlar gelecek hafta sizi arar" dedi. Emile çıkarken, yönetmenin asistanı girdi içeri... Dışarıda
bekleyen daha pek çok aday vardı. Yönetmen gerindi. Kısa bir mola vermek
istediğini söyledi. Hala aradığını bulamamıştı. Yeni bir kahve doldururken
karşısındaki sandalyeye asılı çantaya ilişti gözü... Biraz önce
içindekilerin birer birer anlatıldığı çantaydı bu... Telaşla asistanını
uyardı: "Giden kız çantasını unutmuş, hemen koşup yetiştirsene..." Asistan
kız sandalyeye baktı ve "Yoo... O benim çantam" dedi. Yönetmen, koltuğundan
ok gibi fırlayıp kapıya seğirtti. Aradığı oyuncuyu bulmuştu.

20 dakikalık bu siyah - beyaz Fransız filmini geçen hafta, 10. Avrupa Filmleri
Festivali'nde izledim. Kısa filmin adı, filmdeki kızın adıydı: "Emile
Muller" Yönetmeni: Yvon Marciano... Konusu: "Hiçbir güç, düş gücü kadar
güçlü değildir."


Yazan : Can Dündar

23 Kasım 2011 Çarşamba

Sükût----> ♥

Emin İgüs-Dut Ağacı

 


Dut ağacı boyunca
dut yemedim doyunca
yari halvette gördüm
danışmadım doyunca
menim balam kime neyler
... körpe balam kime neyler
menim balam ay balam
körpe balam ay balam
yürüdüm yavaş yavaş
ayağıma değdi taş
senden mene yar olmaz
gel olah bacı gardaş.

Olafur Arnalds - Faun

Biri gelse, biri görse, şimdi, rüzgar sallıyor beni... Birhan Keskin

Sükût-u Hayat

Sükût-u Hayat

Bir tutam huzur içindi
Tüm kavgamız
varoş sokaklarda
Umuda çıkardı yollarımız..
Belki birgün
Gözyaşımız diner
Özgürlük olurdu,
Dünyamızın adı.
Belki güneş kimsesizlerin
kalbine doğar,
Belki Aşk olurdu
acı dolu yüreklerde..
Belki mutluluk
bizim-de kapımızı kırarcasına
çalardı
Belki..
Belki..
Belki diye çıktığımız
yollarda,
Anladık ki
''Hayat'' küçük bir çocuğun
gözlerindeki ışık kadar 'şen'
Ağlayan bir insanın
sesindeki burukluk kadar ''acıydı''
Anladık ki
Hayat,bizimle anlamlıydı
Film şeridi gibi
önümüzden geçen hayatı an be an
yakalıyor olmaktı aslolan..

-Pusat Kübra-

10 Kasım 2011 Perşembe

10 Kasım 1938 Dolmabahçe'den, 1953 Anıtkabir'e 15 Yıllık Yolculuk ...


Bu video daki tüm fotoğraf ve metinleri araştırmaları sonucunda oluşturan ve karşılıklı fikir paylaşımımız sonucunda video haline getirmemize olanak sağlayan Sevgili ArkadaşımTolga ARASAN'a teşekkürlerimle..'
'O bize Atatürk'ün yeryüzünde bıraktığı emaneti gibidir.-Pusat Kubra-''
!...Ve tabii Atatürk...! İlkelerinin ve bilgeliğinin ışığında can suyu oldu bizlere.Sonsuz olsun...

9 Kasım 2011 Çarşamba

Kırık Düş'ler

Henüz kendime söylemediğim kuytu cümlelerim var,
özenle sarfedilmeyi bekleyen...
Gün akşam oldu sevgili...
Geceler boyu hasretliğim sana..
Elimi tut,
Kalbime dokun,
bu son bakış...

-Pusat Kubra-

Kuran’da Bahsi Geçen Hüdhüd Kuşunun DİL ile İlgisi

Sevgili Arkadaşım 'Tolga Arasan'a bana bu farkındalık sağlayan makalesine yayın izni verdiği için sonsuz teşekkür ediyorum'

Yüce Yaradan, dünya üzerinde yaşam hakkı verdiği insanın, o an bulunduğu durumuna göre sorumluluk sahasını tebliğ etmiştir. Çünkü insanoğlunun, evrende ve yerkürede konumunun farkına varması, doğanın kanunlarını anlaması, maddeyi işlemesi, giyimini, yiyeceğini, barınağını kendine yaraşır şekilde sağlaması ve en önemlisi DİL’ini anlamlandırıp, çıkardığı seslere bir yön vermesi gerekmekteydi. Yani medeniyet kurma seviyesine gelmesi gerekmekteydi. Tanrı, insanoğlunun bu gelişimini – kendi büyüklüğüne yakışır şekilde- takip ettiğini, insansoyunun geldiği medeniyete göre tebliğlerine yön ve ağırlık verdiğini bize gök-kitaplarının ayet sayıları ile göstermektedir: 

Örneğin;

İlk insan Adem’e 10 veya 21 sayfalık tebliğ.

Sonra, İdris’e 30 sayfalık gök kitabı.

Musa’ya 5851 ayetlik Tevrat.

İsa’ya yaklaşık 6000 ayetlik İncil.

Ve son olarak Muhammed’e 6666 ayetlik Kuran-ı Kerim verdi.

Gönderdiği tüm tebliğler, ayetler, kısaca tüm kutsal kitaplar, doğal olarak elçilerinin anladığı DİL’deydi.

Toplumbilim kitaplarının anlatımı ile “DİL, bir kültürün temel yapı taşı”dır.

Tanrı’dan gelen uyarılara, buyruklara bir anlam verebilmek, o tebliği diğer insanlara da anlatabilmek için, tebliğe muhatap olan medeniyetin DİL’i, gerekli seviyeye ulaşmış olmalıdır.

Çünkü belli bir coğrafya üzerinde, bir arada yaşayan, ortak değerler üreten, yönetimini belirleyen insanlar topluluğunu bir arada tutan ve anlaşmalarını sağlayan tek unsur ortak DİL’leridir.

Birleşmeleri olduğu kadar ayrıştırmayı da getiren temel neden DİL’de farklılaşmadır.

Bakın Kuran ne diyor:

“Tanrı dileseydi sizleri tek bir millet yapardı. Fakat size verdiği yöntem/yol gereği böyle yaptı.” (Maide: 48)

Yani bizleri farklı coğrafyalara yerleştiren, hepimize farklı bir yöntem edinme hakkı tanıyan; bizleri çeşitli dillere, görünüşlere, farklı ten renklerine ayıran Tanrı’dır.

Çünkü insan tek tip yaratılışa ve anlayışa sahip olsaydı, kendine yüklenen büyük görevleri, yaşamı kaldıramazdı. Kendinden farklı olanı görmek, seçebilmek, “ayırdına varmak, farkındalık” olgusunu ortaya çıkardığı için hayati önem taşır.

Dahası;

“Yerde yürüyen hayvanlar ve kanat çırpıp uçan kuşlar da ancak sizin gibi bir millettir.” Denmektedir. (Enam: 38)

Hayvanlar dünyasında kuşlar ayrı bir millet, karıncalar ayrı bir millettir. Her iki tür de hayvanlar grubuna girse bile aralarında ayrılmışlardır; çünkü görünümleri, yaşayışları ve anlaşma (dil) şekilleri birbirlerinden farklıdır. Örneğin bir kedi ile maymun konuşamaz, ya da bir köpek ile kuş konuşamaz. Ancak bir kuş diğer bir kuş ile iletişime geçebilir, çünkü aynı şakıma yöntemini kullanırlar.

İnsan dünyası da böyledir: Aynı alem içinde yer alsak bile, görünüş, yaşayış ve DİL olarak farklılıklarımız bizleri de milletlere ayırmıştır.

Kuran’ın gönderildiği dönem, millet ve DİL konusunda insanoğlu artık bu ayrışmasını sağlamış durumdaydı ve çeviri yapılabiliyordu. Kuveyş lehçesinde indirilen Kuran, Elçi Muhammed’in sağlığında verdiği izinle, farklı lehçelerdeki kabilelere de öğretilebiliyor, Farsçaya dahi çevrilebiliyordu. Çünkü aklın yolu buydu ve Farslar ayrı bir milletti.

Aynı dönemde ayrı bir millet olmak açısından ayrımını çok eskiden sağlamış Türk milleti de vardı. İslam’a 1000’li yıllarda geçmeye başladıktan sonra ilk işleri, Kuran’ı Türkçeye çevirmek olmuştu.

DİL, gerçek anlamıyla insanın zihninde görüntüler oluşturmaya yarayan seslerdir. Örneğin: “Valividdil Yulo” dendiğinde hiç kimsenin aklında görüntü oluşmamaktadır, çünkü bu seslerin tarif ettiği bir şey yoktur. Fakat, “içi beyaz kırmızı bir fotoğraf çerçevesi” dendiğinde herkesin aklında ortak bir görüntü belirmektedir. Ve böylelikle DİL işlevini sağlamaktadır.

Şimdi Kuran’da bize bildirilen ilginç bir olayı anlatmak istiyorum:

NEML Suresinde, Elçi Süleyman’ın Hüdhüd adlı haberci bir kuşu olduğu ve bu kuşun bir ülkeyi gezip geldikten sonra anlattıkları vardır. Neml suresi 16. ayette Süleyman:

“Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi” demektedir. Yani Hüdhüd kuşu insan gibi konuşmuyor, sadece Süleyman kuşların dilini biliyor. Hüdhüd’ün de konuşması diğer tüm kuşlar gibi cikleme yani şakıma iledir.

Yemen’deki Sebe denen ülkeyi gezip gelen Hüdhüd, dönüşte Süleyman’a gördüklerini, duyduklarını tek tek anlatır. Hüdhüd’ün gördüğü millet, kadın bir hükümdar tarafından idare edilen, zenginlikler içinde olan, mimaride gelişmiş, sarayları görkemli bir millettir. Fakat İblis’in bazı yanlış sevk etmeleriyle Tek-Tanrı inancından ayrılıp güneşe tapınmaya başlamışlardır. (NEML Suresi: 22,23,24,25,26)

Hüdhüd’ün şakıma yoluyla yani cikcikcik diyerek anlattığı şeylerin içinde:

 “nebi”, “vücud”, “melik”, “arş”, “azim”, “kavim” , “şems”, “Allah”, “şeytan”, “amel”,  “hidayet”, “sema”,  “alem”, “ilim” gibi kavramların ve maddelerin bahsi geçmektedir. Yani o kuş ve diğer kuşlar şu kavramlara kendi dillerinde ad verebilmiştir:

“Elçi”, “beden”, “yönetici”, “tabaka”, “uğraş”, “millet”, “güneş”, “Tanrı”, “İblis”, “iş”, “doğru yol”, “gök”, “dünya”, “bilim” vs.

Örneğin: Hüdhüd, ayet 24’te:

“Vecedtüha ve kavmeha yescüdune liş şemsi min dunilahi ve zeyyene lehümüşşeytanu a’malehüm fesaddehüm anissebiyli fehüm la yehtedun.” Yani:

“Onun ve milletinin, Tanrı’yı bırakıp güneşe tapındıklarını gördüm. İblis, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.” Demiştir.

Kuran’ın inişinden 1500 yıl önce yaşamış kuşların bile kendi dillerinde her türlü kavram ve maddenin birer karşılığı olduğunu bu ayetlerden anlıyoruz. Çünkü onlar dilleri gereği ayrı bir milletti.

Kuşların bile Tanrı’ya tapındığı, kendilerine has ritüellerle onu yücelttikleri yine bize Kuran’da bildirilmektedir:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Tanrı'yı dile getirmektedir. Her biri, kendi duasını ve övgüsünü şüphesiz bilmiştir. Tanrı, onların işlediklerini bilendir.” 

Şimdi;

Türk milleti de ayrı bir millet değil midir?

Dünyadaki tüm diğer milletler gibi kendi coğrafyaları yok mudur?

Türklerin kendilerine özgü Türkçeleri yok mudur?

En önemlisi de;

Türklerin kuş kadar beyni yok mudur ki dinsel bile olsa anlamak istedikleri her çeşit kavrama ve maddeye kendi dillerinde birer ad, sıfat veremesinler?

Saygılarımla…


t๏lﻮค คrคsคn

“Mesele DİN değil, DİL meselesidir” (M.K Atatürk)

8 Kasım 2011 Salı

AŞK dinmemiştir!

Dinmemiştir 'aşk'
yine dalgındır elleri
uçurum kokar geceler boyu
kırık bir dal
yağma bir bahçe ömür
önce aşk sonra göç başlar
göç başlar savrulur aşklar

bütün suları bıçaklanmış bir akşam
ilk değil ki
ilk değil mecbur gidişler
havada
çığlığı dinmemiş bir korku var
sevda bir ayaz
tutuklu bütün gülüşler
önce aşk sonra göç başlar
göç başlar savrulur aşklar
geride
bütün suları bıçaklanmış bir akşam
.....

♥Mükemmel♥

Aşk'tandır ----> ♥

Sabahlanan her gecenin bir anlamı vardır;ya Aşk'sızlıktandır...ya da Aşk'tandır ...!
Öyle ya da böyle yaramaz bir çocuktur Aşk varoş sokaklarda...

-Pusat Kubra-

Ayşenur Kolivar-Gitme Sevdiğim

Gitme Sevdiğim

22 Ekim 2011 Cumartesi



Bir yanı masum,bir yanı tehlikeliydi..
'O' alışkındı,
Ve seviyordu birbirine yüzünü dönmeyi..
Kim kimdi,Kimse öğrenemeyecekti.


-Pusat Kubra-

20 Ekim 2011 Perşembe

İnsan ruhu neye hazırsa,önüne sonsuz bir niyetle konmuştur...!

13 Ekim 2011 Perşembe

Sessiz/iseniz,kendinizi özlediğinizdendir..!
-Pusat Kubra-

8 Ekim 2011 Cumartesi

Eğer huzur dolu bir ülkede yaşamak isterseniz;
''İNSANLARI SIFATLANDIRMAYINIZ VE SINIFLAŞTIRMAYINIZ''...
bu sizi köreltir ve silikleştirir..!

Kabullenilmeyen her toplum,kabul görme çabası içinde nice kötülüklere kalkışacaktır...
''Pusat Kubra''
o öteki hep birini sever...
öteki de o birini..
Gönül bilinmeyeni sarar,
aşk'lar dolanbaçlı yollarda solar..
için içime,ellerin gönlüme değdi değeli..
...
Aşk doğmadı gökyüzünde..
Velhasıl sen beni ben seni,buluta der olduk..
o dinledi biz anlattık..
Aktı gözyaşları gökyüzünün..
Aşk bize ağladı,
ben sana...
ve o gün bugündür AŞK doğmadı kentimde sevgili...
Etraf hep AŞK'sız Sensiz..bensiz
ve etraf biz'den yoksun..
Masalmışız..
Uyanmışız...
Yokmuşuz...
Aşk-ı ziyandır kalbim,
Hasatını topla ey gönül..!
'Pusat Kubra'

3 Eylül 2011 Cumartesi

DÜŞ düş’ermek ister!

DÜŞ düş’ermek ister!   
                                                         
Sizde yüreğinizdeki düş'ü yeşertin ve hayatınıza umut tohumlarını inançla,azimle dikin.

Dünya üzerinde iyi işler çıkarmış insanların tümü DÜŞLEMİŞTİR ,düşlediğini yaratmış ve ona bağlı kalmıştır.

Bir düş kurdum düşümde..

Hayatımı en dipte yaşarken, nasıl zirveye çıktığımı ve bunun tüm evrelerini düşledim.

Şimdi teker teker başarı merdivenlerini çıktığımı arzuladığım hayata nasıl an be an yaklaştığımı hissediyorum.Aynı anda keyifteyim de.
Çünkü düş içimizde doğmaya hazır.


 Düşle...Ve arzuladığın hayata kavuş!
Şimdi sıra sende...
Düşle..

''Pusat Kübra''
 

Yine yeniden başlamak kendine...

Her türlü özlem kendinedir
her seste kendini dinler insan
bilinmeyen limanlara yelken açar
...her gördüğünü kendi rengiyle boyar
her şehir bir büyük ruhun yansımasıdır
her gittiği yerde bir parçası kalır insanın
insan kendi tahtına oturana kadar hep kayar
her basamak bir öncekinden daha yüksektedir
basamaklar bitince sonsuz düzlük sonsuzluğa uzar
bilge, sonsuz düzlüğün sonsuzluğunda sonsuz kalır
her ses bir diğerinin yerine göre yer tutar boşlukta
dıştaki sınırların içinde kalanına varlığım der
kendinin çizmediği hiçbir sınır kendi değildir
her zaman kendi için başkalarına uzar
yanlış yerde arayan yanlış şey bulur
buğday başağından habersizdir
her gün kendi şafağını taşır...

Sartre

Cennetin Dibi

"İnanın, kiliseye, camiye gitmiyorsanız bedava diyedir. Türümüzün bir özelliği bu. Bir yandan beş para etmeyen şeylere dünyanın parasını verir, bir yandan da maddi değeri yok diye dünyanın en güzel şeylerinin bedava olduğunun farkına varmaz ya da küçümseriz."Gündüz VASSAF

21 Ağustos 2011 Pazar

Carl Gustav Jung

"Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür,hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uzanır,kendini keşfeder."
-Carl Gustav Jung-

Kendin/den

Gitmek isteseniz de gidemezsiniz kendinizden...!
Hangi sokaktan dönseniz karşılaş
acaksınız kendinizle,
O sana,sen ona soracaksınız hep...
.........ve koca bir sessizlik oluşacak
ruhunuzu ele geçiren...
...nefesinizi kesecek gerçekler...
......sıyrılmış hayatlar,ıskalanmış mutluluklar göreceksiniz...!
ama yine de o köşebaşını döneceksiniz defalarca...

asla bitmeyecek kendinize dönüşleriniz...!

'Pusat Kubra'

12 Ağustos 2011 Cuma

Zam/AN

Bazen insan,
alışmak ister..
karışmak ister tene
tükendiği yerden,
tekrar doğmak ister..
yine yeniden
Sen benim en anlamlı tükenişlerim,
sen benim sessizce kendime doğuşlarımsın
Sana bakmak,
ölümü bile bile,
ölümsüzlüğe kanat çırpmak gibi...
''Pusat Kubra''

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ölüm=Yaşam

Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük.

Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar.

Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başldadığı an.

Birisinin teniyle yanyana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.

Tezer ÖZLÜ

29 Temmuz 2011 Cuma

Yanlızız

Ey İnsan! Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Başının üstünden büyük bir rüzgâr geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kudretli kaynağı uranium’da değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden koparak çıkardığın korkunç tahrip aletinin patlayışından yükselecek alevi bekletiyor. Ey bahtsız! Tarihinin hiç bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Labaratuarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muazzam dünya harbinin kan ve gözyaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine bir körlük perdesi indirdi. Bırak şu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu fizik ve matematik tecessüsüne, kov şu kemiyet fikrini,dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah’ ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Aptalca bir konfor aşkından doğduğu halde her biri daha korkunç bir dünya harbi hazırlayan teknik mucizelerinin yanında, senin iç zıtlıklarını elemeye yarayacak ve seni kendi kendinle boğuşmaktan kurtaracak ruh mucizelerini ara. İnan manevilere ve mukaddeslere, inan! Onlar hakkında bu kadar küçük düşünmekten utan! Her sezilen derinliğin ifşa ettiklerini düşünmekten bile seni alıkoyan tabiatçı metotlarını fırlat ve bitlenmiş elbiseler gibi at. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın dar kafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma:

arşı geç, ferşi atla, sidreyi
gör ne var maverada ibrethiz………..”

Peyami Safa - Yalnızız, Sayfa: 11

İçimizde

Tanrı,hepimizin yüreğine sevgi tohumunu serpmiştir...
''Tohumu besleyip yeşerten de,kurutup öldürende içimizdedir''
Besleyin,beslenin;♥

''Pusat Kubra''

28 Temmuz 2011 Perşembe

Düş

Düşlerim bir şehri gösterir bana
İzmir olur yüreğimiz
Yüzün bir kelebek, sevişir hafızamla
Sıçrarız hayatına bir gülün”

'İlker İşgören'

Bir Sanattır Öğle Uykusu

“Öğle uykusu bir zorunluluktur. Sizden bir şeyi kibarca istemek yerine basbayağı dayatır kendini. Oradadır işte, çekici, işveli, yumuşacık, kısacası dayanılmaz. Sıcaklığıyla sarar sizi, okşar, sever. Onu körü körüne izlersiniz. Gözleriniz siz istemeseniz de kapanır, bedeniniz gitgide gevşer, biraz sonra belli belirsizce içi boşalır sanki, hafifler, görünmez gibi olur, yok gibi. İçiniz mutlulukla, bir mutluluk biçimiyle dolup taşar. Bırakırsınız kendinizi, koyuverirsiniz ve içten içe şaşırarak benliğinizi teslim edersiniz.”
Thierry Paquot’nun öğle uykusunu tarihsel, sosyolojik boyutlarıyla ve sanattaki yansımalarıyla ele aldığı Bir Sanattır Öğle Uykusu adlı zihin açıcı çalışması, hem ilgi hem de keyifle okuyacağınız bir eser. Öğle uykusu dediğimiz bu mola sayesinde dinlenip yenilenerek kendini baştan yaratmak isteyenler, bedensel ve düşünsel dengemizi mahveden saldırılara başkaldırmak isteyenler, çevresindeki her şey zincirinden boşanmışken ya da sütlimanken zamanın içinde bir parantez açmak isteyenler, kısacası öğle uykucuları, birleşin ve şöyle güzel bir uyku çekin!

Bir Sanattır Öğle Uykusu/Thierry Paquot

İskender

Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur. Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız. Budur çözülmesi gereken bilmece...

Yazar:Elif Şafak

1473

1473 / BEDİA CEYLAN GÜZELCE

Tanrım, biraz eğilirsen sana sarılabilirim.

İnsanın yarası neredeyse, kalbi de orada atar. Dünyanın kalbi ise savaş meydanlarında... 1473 yılında Otlukbeli sekiz saatliğine dünyanın kalbi oldu. Attı, attı ve durdu.
Artık Türk’ün Türk’le, Müslüman’ın Müslüman’la savaşacağı kesinleşmiş, kimilerine göre bu kıyamet alameti sayılmıştı. Hepsi Türk, hepsi Müslüman olan kahraman askerlerin arasında binlerce hayvan ve onların da arasında iki kirpi vardı.
Bütün canlılar gibi, onların da ikinci cinsiyeti aşktı.
Yuvalarının üstünde birbirini öldürmek için sıraya girmiş zafer düşkünlerini taklit ederek yere düşerken, dualar ettiler. Bu şekilde ölmeyecekleri bir dünyaya yeniden gelebilmek için. Ve hayvanlar her duanın sonunda “amin” yerine “olsun” dedi.
Olsun.

Bedia Ceylan Güzelce'nin ilk romanı 1473

Sevgi

Sevgi,
sahip olduğunuz/olabileceğiniz en kudretli hazinenizdir.Pusat Kubra
İçimin ıssız yanı dokun bana...dokun ki kalabalıklaşayım...
''Pusat Kubra''

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Aşk-ı Kıyamet

-''Cennetimsin!'' dedim...
-''Cehenneminde yanayım..!'' dedi..
Aşk bazen kendi cennettinde cehennemi yaşamaktı...!
Yandık..
Kül OLduk....
...
Yine yeniden doğduk..
Ve avuçlarında aşk kırıntıları...
Yüreğin de kusurursuzca sunduğun aşk-ı kıyamet..!

Pusat Kubra

Aşk barışı

Geceyi güzelleştiren bakışındı...
karanlığın içinde bir ışık hüzmesi gibi çarpıyordu yüreğime...
Tüm dünyam aydınlanıyordu...
Sanki gülüşün barışı simgeliyordu..
sen tebesssüm ettin mi içimdeki tüm savaşlar biter ve barış olurdu..
Özgürlüğüme doyamazdım...
Pusat Kubra

22 Temmuz 2011 Cuma

Uykusuzlar

 
"İş ki keder olmasın. İnsan yaşamayı sevdi miydi altı üstü bir yerin. Ben yerin altını hiç bilmeyen öyle insanlar görmüşümdür, şu güzelim dünyanın üstünde karanlıklarda yaşayıp öldüler. Ben burada yerin karanlığında güneşler içinde bulurum kendimi bazan. İçimde denizler kabarır, yedi kat yerin dibinde gökyüzünde uçarım istersem. Neden dersen bu yürek işi be çocuk, nasıl anlatayım, her bir şeyi seveceksin."
Uykusuzlar/İnci Aral

Furuğ FERRUHZAD


 
Seziyorum zaman geçip gitti artık
Seziyorum an, tarihin yapraklarından benim payıma düşendir
Seziyorum aldatıcı bir aralıktır bu masa saçlarımla o garip ve kederli
adamın elleri arasında

...Bir şey söyle bana
Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
Ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda...


-Furuğ FERRUHZAD-

(Avare Kuşlar)

Sakin sakin otur yüreğim, toz kaldırma.
Bırak dünya sana gelecek yolu kendisi bulsun.

-Tagore-

19 Temmuz 2011 Salı

Öz/deş


Kendine verilmiş sözlerin varsa eğer,
ne yaparsan yap kendinle savaşacaksın...
Özgürlük yüreğinin kanatlarını açmana ve
gökyüzüne doğru yol almanı sağlayacak...
Birgün aşk'la geri döndüğünde...
...
heyben dopdolu olacak yaşanmışlıklarınla..
kanatlarında huzur...
bakışlarında hüzün olacak...
Asla pes etmeyeceksin..
Kendinle savaşın sonsuza dek sürsede,
hergün yepyeni ben'ler doğuracak ruhun...
ÖZ/DEŞ/LEŞ...
''Pusat Kubra''

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Yaşamın Ucuna Yolculuk


Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük.

Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar.

Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başldadığı an.

Birisinin teniyle yanyana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.

Tezer ÖZLÜ

Birhan Keskin


size,
bu odanın alacakaranlığından,
okyanusundan, beni boğan dalgalarından,
tenimde kalan tuzundan ve
yastıklarda kuruyan gözyaşından
...
hiç bahsetmedim.

size,
nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
"iyiyim" diyorum.
yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.

telefonla birlikte ışığı da kapatıp
bol şanslar deyişiniz, şanslar deyişiniz, deyişiniz
çınlarken içimde,
bunun beni ne kadar kırdığından
hiç bahsetmedim.
bahsetmediğim çok şey var daha
yaz çiçekleri, cam çiçekleri ölüyor
akşamın altını, gümüşe dönüyor
bunlar da önemli elbette
en az,
bana ihaneti öğrettiğiniz
bana kanatlarımı bıraktırdığınız kadar.

-birhan keskin-

15 Temmuz 2011 Cuma

Oğuz Atay/Tutunamayanlar

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde; yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak….

Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, birkaç durak önce inip servisten, otobüsten, yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini; ağlayan birine ‘Gül’, inleyen birine ‘Sus’ dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine…
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını…

Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna, fırtınada boranda; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı, bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!

Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç çaresiz kalmamışsan; dermanı olamazsın dertlerin, ağlamayı bilmiyorsan; neşesizdir kahkahaların, merhaba dememişsen; anlamsızdır elvedaların…
Ercan Emrah Pusat'a Hitaben...
Sevgilerimle..

Düş/le



Şimdi sana bir düş/görümlüğü takmak gerek sevgili..Orda öylece güzelliğin kamaştırıyor içimi!
''Pusat Kubra''

13 Temmuz 2011 Çarşamba

İçindeki Uçurum

"İçerideki uçurum seni dışarıdaki dünyadan daha çok heyecanlandırıyorsa pekala içine, yani kendi zihnine düşebilirsin."
Elif Şafak

Tek gerçek

"Tek gerçek yasa, özgürlüğe gidendir. Başka yasa yoktur."
-Richard Bach-

12 Temmuz 2011 Salı

Beklentisiz beklenti

İnsanlar sizi hayatının merkezine koyar,üstünüze bolca beklenti yükler,bir de üstüne üstlük rollerinizi paylaştırır...
Akıl karıyla oynamaz da beklentileri boşa rolleri de suya düşürürseniz...
Sizi en büyük suç ortağı yaparlar...
Buna:Hayal Kırıklıkları denir..!
Hiç olun!
Beklentisiz yaşayın...!
Kimsenin size dağıttığı rollere bürünmeyin...
İyiyi,kötüyü,tutarlılığı,tutarsızlığı tüm zıtlıkları kendi içinizde özümseyin.
Sıfır noktası başlangıç noktanızdır.
Sonsuz Olun.

''Pusat Kubra''

Kayıp Zamanın İzinde

"Uzan bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler."-Marcel Proust-

Asıl bahtiyar


Bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında bir 'Ah!' diyerek düşüp ölebilendir.-
-Sabahattin Ali-

Orlando

"...en sıradan gündelik hareketlerimiz bilinmedik bir denizde seyreden bir gemininkine benzer ve direğin tepesinde gemiciler dürbünlerini ufka çevirip sorarlar: Kara var mı yoksa yok mu? Ve bizler eğer öngörülüysek buna, 'var' yanıtını veririrz; gerçekçiysek 'yok' deriz..."
''Orlando/Vırgınıa Woolf

8 Temmuz 2011 Cuma

Sevmek

Bir insanı sevmek;
özgürleğe doğru yol alan kanatlarınızın sonsuza dek göğe yükselmesidir.
Pusat Kubra

Düşsellik

"her şeyi
en ince ayrıntısıyla
hatırladığım için mi
bu sonsuz uykusuzluk
bir gözden su içerken
...söğüdün serinliğinde
gördüğüm düşsel gerçek
gözlerim açık"

yada

"Bir yaştan sonra, sınırsız bir çağrışımlar
zinciridir hayat"
-C.Çapan-

7 Temmuz 2011 Perşembe

su

Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez...

-İsmet Özel-

Ingeborg Bachmann/Malina

“Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar...”

Ingeborg Bachmann/Malina

6 Temmuz 2011 Çarşamba

İçsel Yolculuk

Dışarıdan görünen şeyler sizin bakış açınızla sınırlıdır.
Değişebilen herşey,içe döndüğünüzde size kendi gerçekliğini sunar.Ve siz ne kadar vazgeçtiğinizi düşünsenizde içsel olarak buna hazır değilseniz ruhunuzu yenileyemezsiniz.
Gidiş yolunu kendi içsel yolculuğunuza göre şekillendirin.
Yepyeni bir dünya var yüreğimizde;keşfedilmeyi bekleyen bir sır gibi yanıbaşınızda duruyor öylece....
Keşif içinizde...
Kâşif sizsiniz...
Şimdi şu an da başlasın yolculuğunuz...!
An Şimdidir...


Pusat Kubra

5 Temmuz 2011 Salı

Düş/Sevdi

Birini seviyorsanız onun sizi ne kadar çok sevdiğini sorgulamakla zaman kaybetmenin anlamı var mıydı?

"İnsan bir düşü sevebilir mi?" diye sordu. "evet", dedim hiç düşünmeden, "bence zaten en çok onu sevebilir, bir düşü..."
Kürşat Başar

Pinhan

"İnsanları izlerken binlerce gözlem yapabilirsin.
İnsanları uzaktan seyrederken, onlara her zamankinden yakın olabilirsin.
Eğer bakmayı değil görmeyi bilirsen gözlerin sana oyun etmez, dosdoğru görürsün.
İçte saklı olanı, acıtanı, kanatanı görürsün.
O vakit anlarsın ki o dediğin sensin, seyrettiğin kendi bedenin, kendi suretin ve ağladığın kendi acıların. "
Pinhan/Elif Şafak

Eğer...

"Eger güzel gözlerin olmasını istiyorsan,
İnsanlara iyilikle bak.
Eger saçlarını ...güzel olsun istiyorsan,
Bırak çocuklar ellerini geçirsin saçlarından.
İnce bir bedense istedigin,
...
Ekmegini açlarla bölüş.
Ve güzel dudaklara sahip olmak için,
Sadece güzel sözler söyle!..."
-Audrey HEPBURN-

Cümle Kapısı

"...Duygusu imbikten geçirilmiş bir kadın kalbinin; uğrunda ne kadar çok şey feda edilmiş ne kadar çok bedel ödenmiş olsa bile, aşkın safiyetinden, masumiyetinden bir kez şüphe duyulmaya başlanınca; yaşanabileceği akla bile getirilmeyenler yaşanıp da aşkın olmazlarına dair thayyülün sınırları kırıldığında; her şeyi ama her şeyi, en fazla da kendisini feda edebileceğini bilmemektedir."

Cümle Kapısı/Nazan Bekiroğlu

‎''∞ ♥
Sonsuza dek sevdikleriniz sonsuza dek sizindir...∞ ♥''

Shakespeare
"Ne zaman içime biraz fazla baksam,
 yükseklik korkum depreşir..."
Murathan Mungan

MÜSAİT BİR YERDE İNEBİLİR MİYİM?

Bilemezdi ki. Kendini öldürmenin kaç çeşit yolu var. O seviştiğimizi sandı."
MÜSAİT BİR YERDE İNEBİLİR MİYİM? - KARİN KARAKAŞLI

Düş Öğretisi

Ben SEN'im...
''Ben senin içinde gerçekleşiyorum.''
Beni dışında görüyorsun,çünkü senin içindeyim...

Böceklerden galaksilere dek,gördüğün ve dokunduğun herşey senin içindedir,
yoksa ne onları görebilir,ne de onlara dokunabilirdin.
Tanrılar Okulu-Düş Öğretisi/Stefano Elino D'Anna

20 Haziran 2011 Pazartesi

Gül/üş/ün


Sonsuz bir serüvendi yokoluşumuz...

Tenin tenime
Yüreğin yüreğime hasret
Bitti gülüşünün,gülüşüme yandığı an...
'Pusat Kubra'

Sır

SIR olduk ikimizde..!
S/ahipsiz
I/ssız
R/enksiz

''Pusat Kubra''

Ben/le Sen

Aynı düş'ün içindeydik oysa...!
sen ben'i..
ben sen'i
kayıp ettik
yanlızlığımıza...

'Pusat Kubra'

Yitik Kent


Gözlerimiz birbirine değidiği an çatışmıştı kelimelerimiz...
En büyük savaş yüreğimize bombaların düşmesiyle başlamıştı..
Şimdi sen yaralı,
ben yaralı..
Kim toplayacak kolumuzu kanadımızı..
...
içimiz darmadağın..
şehrimiz yitik..
gökyüzü renklerine hasret...
'Pusat Kubra'

O'yer


Herkesin alıp gittiği bir yerdi,
O yer..
Kiminin ruhunu bıraktığı,
Kiminin bedenini...
Hepimizin tutsak ettiği bir yanımız vardı
...
Zincirlere vurduğumuz...
Affetmekle başladık kendimizi
ruh'un huzura kavuşması gibi
yüreğin temize çekmesiydi bu...
ah...ah....
affettim tüm günahlarımı...
şimdi bağışlayın kaybolan yanımı...
'Pusat Kubra'

18 Haziran 2011 Cumartesi

Giz

sevdim..
inandım..
bekledim...
ve hep sanaydı çıkmaz sokaklarımın tüm gizli kalmış çıkışları...

'Pusat Kubra'

Sen'de/Ben

 ‎''BEN'' gitmek için kalmadımki sen'de...!
Hergün yine yeniden başlarken sana,
ben hiç gitmek istemedimki SEN'den..!

'Pusat Kubra'

Dönüşüm

Başladı kendime dönüşüm...!
.....duygularım özgürleşmeyegörsün..
Ruhum ruhuma dar gelir bugün..
Açılsın gökyüzü sonzuzluğa davetiyem var!

'Pusat Kubra'

17 Haziran 2011 Cuma

AŞK'mışız

Bizi gördüm rüyamda,
yokmuşuz,
Masalmışız...
Bizi biri anlatmış,bitmişiz...
Yalanmışız..
AŞK'mışız..

'İncir Reçeli'

Düş/gülüş

Bir
Düş
Görsek
ve
uyanınca
gülüşse
gözlerimiz..
birbirine
kavuşmuş
koldüğmeleri
gibi
değse
tenin
tenime..
'Pusat Kubra'

Periler Ölürken Özür Diler

Karanlığı aralık bıraksan içeri peri sızar / sıkı sıkı kapatsan karanlığı
ben sende mahsur kalırım
sevişirken yüzüne düşen gözyaşım / eski bir falcının sihirli küresi
tut onu avucunda ve bana oku geleceğimi:
serüvenler, aradenizler, araırmaklar, aşkla alevlenmiş günler mi?
Periler Ölürken Özür Diler, Küçük İskender

SEZ/Gİ

"Gerçekler yalnızca inanmamanızı kolaylaştırır. Daha çok gerçeğe sahip olduğunuzda, daha çok bağımlı olursunuz. Sezginize güvenmeyi öğrenin ve bırakın SEZGİ gerçek üretici olsun" ( DR. Robert Gerard)

....♥.....


Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
...
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
'Turgut Uyar'

Yanlız Bir Opera'dan

....şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden
'M.Mungan'

Özgür/aşk

Aşk'la bezendiğin her an daha fazla özgürleşirsin...!'Pusat Kubra'

Kendin/den

Kendinden uzaklaştığın her an engelerle dolu bir yolda,çıkmaz sokaklara yürürsün!
Kendine (doğru) gel...!
'Pusat Kubra'

Saklı Bahçe'm

İçimin Saklı Bahçesi....
aydınlat gökyüzümü...
ışısın yüreğim...
'Pusat Kubra'

Masal Ol'uşumuz

Cam kadar kırılgandı engelimiz,
Acıtırdı, kanatırdı...
Cam kadar şeffaftı sevgimiz,
Bırakmadılar, öpüşmek yasaktı sevgili... (A.A.)

Aşk'tı

AŞK'tı....
Sonsuz bir serüvendü yokoluşumuz...
'Pusat Kubra'

İncir Reçeli

Gittiğin günden beri tenimde faili meçhul parmak izleri..
Asılı bıraktın hayatın ortasında,
Şimdi tek dayanağım paslı bir çivi...
'İncir Reçeli'

16 Haziran 2011 Perşembe

Vatanımsın sen…

Vatanımsın sen…
İşgal altında kalmış bedenimin dört bir yanı..
gel kurtar arta kalan ruhumu….
Tüm cephelerim aşk'la parçalanmış her yer kanrevan..
içim dışım ruhum akla ziyan.
''Pusat Kubra''

6 Haziran 2011 Pazartesi

Çıplak Ayaklıydı gece...

"Yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı gözlerindeki o iki damla aydınlığa sığdıran kız, karşımda gülümsüyordu. 'Ansızın bir sıcaklık doğdu aramızda demeyeceğim', bu zaten vardı.
Yüzümüzdeki ışık, konuşmadan anlaşabilmenin mutluluğuydu. Donmuş nehirler boyunca yürüyor, kalın buz tabakalarının altından akan suların fısıltılarını dinliyorduk. Yün eldiveninin altından elinin sıcaklığını hissediyordum. Bakışlarındaki Akdeniz deli ediyordu beni. Hemen, "Aşk" demeyin buna sakın. Aşk tüm güzelliğine karşın insanı sınırlayan bir yan taşır. Bizim yüreklerimizde sınır yoktu.
Aşk yaşamı belirleyen çizgilerden yalnızca bir tanesidir. Bizim soluduğumuz ise yaşamın kendisiydi."

AHMET ÜMİT

Buz üstünde yürür gibi..

"Yazıya dökülmemiş masallar,
saza vurulmamış türküler
gibisin içimde
Unutulmaya yakın,
bir köşede saklanan
Uyanılmıs düşler gibisin
gecenin bir yerinde
Sabah olunca kopuk kopuk
anımsanan
Yüreğime oyalar işledi sevdan,
turuncu, mavi . .
İpekten portakallar,
deniz köpükleri,
ama
Bütün turuncular donuk bir kırmızıya ,
Ve bütün maviler mora dönüşüyor simdi..."
- AHMET ERHAN -

4 Haziran 2011 Cumartesi

Sonsuz/luk

Benim sana olan AŞK'ım tutsaklık değilki ey sevgili!
Gökyüzüne bıraktığın kuş kadar özgürdüm yüreğinde....
AN/la ve Hisset...
Kanatlarımda Sonsuzluk...
Ve sen en bitimsiz Sevgi'm...
-Pusat Kubra-

belki yine gelirim..


Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
...
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...

-Ahmet Telli-

Öz'le/ten

Ruh'unuz yanınızda değilse,ateşlerde yansanızda delicesine üşürsünüz...!
-Pusat Kubra-

Gök/Yaşlarım

Bulutlandı içimin ürkek yanı..yüreğimde şimşekler çakıyor...
birazdan dökülür gökyaşlarım..!
-Pusat Kubra-

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Med-Cezir

"Bir insana aşık olmak onu kalabalığın içinden çekip çıkarmak, çokluğun içinde tek kılmak ve sonra aynı hızla o teklik içindeki çokluğu keşfetmek ise eğer, öncelikle yüzler arasında bir tek yüze aşık oluruz; sonra da aynı yüzün içindeki pek çok yüzü keşfetmeye başlarız ürpertiyle. Keşfettiğimiz her yeni yüzle, ilk gördüğümüz yüzden biraz daha uzaklaşırız. Sevdiğimiz kişinin yüzünün çoğulluğu, belirsizliği, silinebilirliği içten içe huzursuz eder bizi. Bu yüzden olsa gerek,onlar derin uykudayken uzun uzun seyrederiz sevdiklerimizin yüzlerini. Ruhlarının yedi kat derinliğine açılan kapıların orada bir yerde saklı olduğunu içten içe sezinlediğimiz için...Gün boyu bizden sakladıkları yüzlerini görmek, gördüklerimizin sırrına erebilmek için..." (s.LIV)
-Elif Şafak-

4 Mayıs 2011 Çarşamba

a.ş.k

Birlikte gülüyorsanız mutluluktur,
birlikte ağlıyorsanız dostluktur;
ama birlikte susuyorsanız bu aşktır...

Gabriel G. MARQUEZ

AŞKIN CELLADI

"Tek kiside odaklanan güçlü sevgiden sakinin; bu, insanlarin bazen sandigi gibi, askin safliginin kaniti degildir. Böyle her seyi disarida birakarak bir kapsüle, hapsedilmis - kendi kendisiyle beslenen, baskalarini umursamayan ve onlara bir sey vermeyen - bir ask, kendi üzerine çökmeye mahkumdur. Ask iki insan arasinda parlayan bir tutku kivilcimi degildir yalnizca; aska düsmekle askin içinde ayakta durmak arasinda sonsuz fark vardir. Ask bir varolus biçimidir, --vurulmak-degil --vermek--tir; bir tek insanla sinirlanmis bir eylem degil genel anlamda bir iliski kurma biçimidir."
AŞKIN CELLADI - IRVIN D. YALOM

Var Olmanın Gücü

Zen Ustası Hakuin, Japonya’nın bir kasabasında yaşıyordu. Çok saygı duyulan bir adamdı ve bir çok kişi ruhsal eğitim için ona gelirdi. Bir gün, kapı komşusunun ergenlik çağındaki kızının hamile kaldığı öğrenildi. Öfkeli anne ve babası kızı bebeğin babasıyla ilgili sorguladıklarında, sonunda kız onlara babanın Zen Ustası Hakuin olduğunu söyledi. Öfkeli anne-baba, hemen Hakuin’in yanına koştular ve ona bağıra çağıra kızlarının söylediği şeyi aktardılar. Hakuin sakince onlara baktı ve sadece şöyle karşılık verdi: “Öyle mi?” Skandalın haberi bütün kasabaya yayıldı ve hatta ötesine taştı. Üstat ününü kaybetti. Bu onu hiç endişelendirmedi. Kimse artık onu ziyarete gelmiyordu. Yine etkilenmedi. Çocuk doğduğunda, kızın anne ve babası bebeği Hakuin’e getirdiler. “Babası sensin, ona sen bakacaksın,”dediler. Üstat bebeği sevgiyle koruyup ilgilendi. Bir yıl sonra, bebeğin annesi pişman bir tavırla anne ve babasına bebeğin gerçek babasının kasap dükkanında çalışan genç adam olduğunu söyledi. Anne ve baba, büyük bir mahcubiyetle Hakuin’in yanına gittiler ve binbir özür dileyerek kendilerini bağışlamasını dilediler. “Gerçekten çok üzgünüz. Bebeği geri almaya geldik. Kızımız bebeğin babasının sen olmadığını itiraf etti.” Hakuin hiç itiraz etmeden bebeği onlara verirken sakince sordu: “Öyle mi?”
      Üstat, yalana ve doğruya, kötü ya da iyi habere hep aynı şekilde karşılık vermektedir: “Öyle mi?” Andaki durumun olması gerektiği şekilde biçimlenmesine izin vermekte, iyi ya da kötü diye tanımlamamakta, dolayısıyla insanların oynadığı bu dünyevi oyunun bir parçası haline gelmemektedir. Ona göre sadece şu an vardır ve şu an olması gerektiği gibidir. Olayları kişiselleştirmemektedir. Kimsenin kurbanı değildir. Olan her şeyle o kadar bütünleşmiştir ki olanların hiçbiri onu etkileyecek güce sahip değildir. Sadece başınıza gelenlere direndiğiniz zaman olanların merhametine kalırsınız ve o zaman mutlu ya da mutsuz olacağınıza dünya karar verir.
Eckhart Tolle “Varolmanın Gücü”

Murathan Mungan

“…ya biz, binde bir karsimiza çikan sevgililik,dostluk, arkadaslik firsatlarini ne yapiyoruz?
aksamüstünün bir saatinde yorgun gövdemiziyaslayip miril miril konusabilecegimiz, omuzumuza
dolanan bir kolun, basimizi yaslayabilecegimiz bir
omzun, belimizi kavrayacak bir elin, uzunyollara dayanikli asklarin sahibi karsimiza
çiktiginda taniyabiliyor muyuz onu, degerini biliyor,biricikligini benzersizligini anlayabiliyor
muyuz? yoksa hayati sonsuz, firsatlari sayisiz sanip kendimizi hep ileride birgün karsilasacagimizi
sandigimiz bir baskasina, bir yenisine ertelerken hayat yanimizdan geçip gidiyor mu? karsimiza zamansiz çikmis insanlari yolumuzun disina sürerken birgün
geri dönüp onu deliler gibi arayacagimizi hiç hesaba katiyor muyuz? hayat her zaman cömert davranmaz bize,tersine cogu kez zalimdir, her zaman ayni firsatlari
sunmaz, toyluk zamanlarini ödetir. hoyratça kullandigimiz arkadasliklarin, eskitmeden
yiprattigimiz dostluklarin, savurganca harcadigimiz asklarin hazin hatirasiyla yapayalniz
kaliriz birgün. bir aksamüstü yanimizda kimse olmaz,ya da olanlar olmasi gerekenler degildir. yildizlarin bizim icin parladigini göremeyen gözlerimiz, güngelir hayatimizdan kayan yildizlarin gömüldügü maziye kilitlenir. kedilerin özel bir anini yakalamak
gibidir, kendi hayatimizdaki olaganüstü anlari olaganüstü kisileri yakalamak. bazilarinin
gelecekte sandiklari “birgün” gecmiste kalmistir oysa;hani su karsidan karsiya gecerken,trafik isiklarinda rastladigimiz, omuzumuzun üzerinden söyle bir
baktigimiz sonra da bosverip “nasil olsa ileride birgün tekrar karsima cikar” dediginizdir.
oysa o gün bu zalim sehri terketmistir o, bosyere bu sokaklarda aranirsiniz…”
-Murathan Mungan-

Bir Şiir...


“…
sen güzel insansın
herkes biliyor bunu
yaramı alıp uzak şehirlere gidiyorsun
-saçlarımı düz bir denize ısmarlıyorum

utanma! ayıp değil ki bu
bak ben utanıyor muyum?
kanayana kadar dizlerim, misket oynarken
hem, unutma herkes birilerinin yarasını taşır uzaklara.”
Birhan Keskin