23 Kasım 2011 Çarşamba

Sükût----> ♥

Emin İgüs-Dut Ağacı

 


Dut ağacı boyunca
dut yemedim doyunca
yari halvette gördüm
danışmadım doyunca
menim balam kime neyler
... körpe balam kime neyler
menim balam ay balam
körpe balam ay balam
yürüdüm yavaş yavaş
ayağıma değdi taş
senden mene yar olmaz
gel olah bacı gardaş.

Olafur Arnalds - Faun

Biri gelse, biri görse, şimdi, rüzgar sallıyor beni... Birhan Keskin

Sükût-u Hayat

Sükût-u Hayat

Bir tutam huzur içindi
Tüm kavgamız
varoş sokaklarda
Umuda çıkardı yollarımız..
Belki birgün
Gözyaşımız diner
Özgürlük olurdu,
Dünyamızın adı.
Belki güneş kimsesizlerin
kalbine doğar,
Belki Aşk olurdu
acı dolu yüreklerde..
Belki mutluluk
bizim-de kapımızı kırarcasına
çalardı
Belki..
Belki..
Belki diye çıktığımız
yollarda,
Anladık ki
''Hayat'' küçük bir çocuğun
gözlerindeki ışık kadar 'şen'
Ağlayan bir insanın
sesindeki burukluk kadar ''acıydı''
Anladık ki
Hayat,bizimle anlamlıydı
Film şeridi gibi
önümüzden geçen hayatı an be an
yakalıyor olmaktı aslolan..

-Pusat Kübra-

10 Kasım 2011 Perşembe

10 Kasım 1938 Dolmabahçe'den, 1953 Anıtkabir'e 15 Yıllık Yolculuk ...


Bu video daki tüm fotoğraf ve metinleri araştırmaları sonucunda oluşturan ve karşılıklı fikir paylaşımımız sonucunda video haline getirmemize olanak sağlayan Sevgili ArkadaşımTolga ARASAN'a teşekkürlerimle..'
'O bize Atatürk'ün yeryüzünde bıraktığı emaneti gibidir.-Pusat Kubra-''
!...Ve tabii Atatürk...! İlkelerinin ve bilgeliğinin ışığında can suyu oldu bizlere.Sonsuz olsun...

9 Kasım 2011 Çarşamba

Kırık Düş'ler

Henüz kendime söylemediğim kuytu cümlelerim var,
özenle sarfedilmeyi bekleyen...
Gün akşam oldu sevgili...
Geceler boyu hasretliğim sana..
Elimi tut,
Kalbime dokun,
bu son bakış...

-Pusat Kubra-

Kuran’da Bahsi Geçen Hüdhüd Kuşunun DİL ile İlgisi

Sevgili Arkadaşım 'Tolga Arasan'a bana bu farkındalık sağlayan makalesine yayın izni verdiği için sonsuz teşekkür ediyorum'

Yüce Yaradan, dünya üzerinde yaşam hakkı verdiği insanın, o an bulunduğu durumuna göre sorumluluk sahasını tebliğ etmiştir. Çünkü insanoğlunun, evrende ve yerkürede konumunun farkına varması, doğanın kanunlarını anlaması, maddeyi işlemesi, giyimini, yiyeceğini, barınağını kendine yaraşır şekilde sağlaması ve en önemlisi DİL’ini anlamlandırıp, çıkardığı seslere bir yön vermesi gerekmekteydi. Yani medeniyet kurma seviyesine gelmesi gerekmekteydi. Tanrı, insanoğlunun bu gelişimini – kendi büyüklüğüne yakışır şekilde- takip ettiğini, insansoyunun geldiği medeniyete göre tebliğlerine yön ve ağırlık verdiğini bize gök-kitaplarının ayet sayıları ile göstermektedir: 

Örneğin;

İlk insan Adem’e 10 veya 21 sayfalık tebliğ.

Sonra, İdris’e 30 sayfalık gök kitabı.

Musa’ya 5851 ayetlik Tevrat.

İsa’ya yaklaşık 6000 ayetlik İncil.

Ve son olarak Muhammed’e 6666 ayetlik Kuran-ı Kerim verdi.

Gönderdiği tüm tebliğler, ayetler, kısaca tüm kutsal kitaplar, doğal olarak elçilerinin anladığı DİL’deydi.

Toplumbilim kitaplarının anlatımı ile “DİL, bir kültürün temel yapı taşı”dır.

Tanrı’dan gelen uyarılara, buyruklara bir anlam verebilmek, o tebliği diğer insanlara da anlatabilmek için, tebliğe muhatap olan medeniyetin DİL’i, gerekli seviyeye ulaşmış olmalıdır.

Çünkü belli bir coğrafya üzerinde, bir arada yaşayan, ortak değerler üreten, yönetimini belirleyen insanlar topluluğunu bir arada tutan ve anlaşmalarını sağlayan tek unsur ortak DİL’leridir.

Birleşmeleri olduğu kadar ayrıştırmayı da getiren temel neden DİL’de farklılaşmadır.

Bakın Kuran ne diyor:

“Tanrı dileseydi sizleri tek bir millet yapardı. Fakat size verdiği yöntem/yol gereği böyle yaptı.” (Maide: 48)

Yani bizleri farklı coğrafyalara yerleştiren, hepimize farklı bir yöntem edinme hakkı tanıyan; bizleri çeşitli dillere, görünüşlere, farklı ten renklerine ayıran Tanrı’dır.

Çünkü insan tek tip yaratılışa ve anlayışa sahip olsaydı, kendine yüklenen büyük görevleri, yaşamı kaldıramazdı. Kendinden farklı olanı görmek, seçebilmek, “ayırdına varmak, farkındalık” olgusunu ortaya çıkardığı için hayati önem taşır.

Dahası;

“Yerde yürüyen hayvanlar ve kanat çırpıp uçan kuşlar da ancak sizin gibi bir millettir.” Denmektedir. (Enam: 38)

Hayvanlar dünyasında kuşlar ayrı bir millet, karıncalar ayrı bir millettir. Her iki tür de hayvanlar grubuna girse bile aralarında ayrılmışlardır; çünkü görünümleri, yaşayışları ve anlaşma (dil) şekilleri birbirlerinden farklıdır. Örneğin bir kedi ile maymun konuşamaz, ya da bir köpek ile kuş konuşamaz. Ancak bir kuş diğer bir kuş ile iletişime geçebilir, çünkü aynı şakıma yöntemini kullanırlar.

İnsan dünyası da böyledir: Aynı alem içinde yer alsak bile, görünüş, yaşayış ve DİL olarak farklılıklarımız bizleri de milletlere ayırmıştır.

Kuran’ın gönderildiği dönem, millet ve DİL konusunda insanoğlu artık bu ayrışmasını sağlamış durumdaydı ve çeviri yapılabiliyordu. Kuveyş lehçesinde indirilen Kuran, Elçi Muhammed’in sağlığında verdiği izinle, farklı lehçelerdeki kabilelere de öğretilebiliyor, Farsçaya dahi çevrilebiliyordu. Çünkü aklın yolu buydu ve Farslar ayrı bir milletti.

Aynı dönemde ayrı bir millet olmak açısından ayrımını çok eskiden sağlamış Türk milleti de vardı. İslam’a 1000’li yıllarda geçmeye başladıktan sonra ilk işleri, Kuran’ı Türkçeye çevirmek olmuştu.

DİL, gerçek anlamıyla insanın zihninde görüntüler oluşturmaya yarayan seslerdir. Örneğin: “Valividdil Yulo” dendiğinde hiç kimsenin aklında görüntü oluşmamaktadır, çünkü bu seslerin tarif ettiği bir şey yoktur. Fakat, “içi beyaz kırmızı bir fotoğraf çerçevesi” dendiğinde herkesin aklında ortak bir görüntü belirmektedir. Ve böylelikle DİL işlevini sağlamaktadır.

Şimdi Kuran’da bize bildirilen ilginç bir olayı anlatmak istiyorum:

NEML Suresinde, Elçi Süleyman’ın Hüdhüd adlı haberci bir kuşu olduğu ve bu kuşun bir ülkeyi gezip geldikten sonra anlattıkları vardır. Neml suresi 16. ayette Süleyman:

“Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi” demektedir. Yani Hüdhüd kuşu insan gibi konuşmuyor, sadece Süleyman kuşların dilini biliyor. Hüdhüd’ün de konuşması diğer tüm kuşlar gibi cikleme yani şakıma iledir.

Yemen’deki Sebe denen ülkeyi gezip gelen Hüdhüd, dönüşte Süleyman’a gördüklerini, duyduklarını tek tek anlatır. Hüdhüd’ün gördüğü millet, kadın bir hükümdar tarafından idare edilen, zenginlikler içinde olan, mimaride gelişmiş, sarayları görkemli bir millettir. Fakat İblis’in bazı yanlış sevk etmeleriyle Tek-Tanrı inancından ayrılıp güneşe tapınmaya başlamışlardır. (NEML Suresi: 22,23,24,25,26)

Hüdhüd’ün şakıma yoluyla yani cikcikcik diyerek anlattığı şeylerin içinde:

 “nebi”, “vücud”, “melik”, “arş”, “azim”, “kavim” , “şems”, “Allah”, “şeytan”, “amel”,  “hidayet”, “sema”,  “alem”, “ilim” gibi kavramların ve maddelerin bahsi geçmektedir. Yani o kuş ve diğer kuşlar şu kavramlara kendi dillerinde ad verebilmiştir:

“Elçi”, “beden”, “yönetici”, “tabaka”, “uğraş”, “millet”, “güneş”, “Tanrı”, “İblis”, “iş”, “doğru yol”, “gök”, “dünya”, “bilim” vs.

Örneğin: Hüdhüd, ayet 24’te:

“Vecedtüha ve kavmeha yescüdune liş şemsi min dunilahi ve zeyyene lehümüşşeytanu a’malehüm fesaddehüm anissebiyli fehüm la yehtedun.” Yani:

“Onun ve milletinin, Tanrı’yı bırakıp güneşe tapındıklarını gördüm. İblis, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.” Demiştir.

Kuran’ın inişinden 1500 yıl önce yaşamış kuşların bile kendi dillerinde her türlü kavram ve maddenin birer karşılığı olduğunu bu ayetlerden anlıyoruz. Çünkü onlar dilleri gereği ayrı bir milletti.

Kuşların bile Tanrı’ya tapındığı, kendilerine has ritüellerle onu yücelttikleri yine bize Kuran’da bildirilmektedir:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Tanrı'yı dile getirmektedir. Her biri, kendi duasını ve övgüsünü şüphesiz bilmiştir. Tanrı, onların işlediklerini bilendir.” 

Şimdi;

Türk milleti de ayrı bir millet değil midir?

Dünyadaki tüm diğer milletler gibi kendi coğrafyaları yok mudur?

Türklerin kendilerine özgü Türkçeleri yok mudur?

En önemlisi de;

Türklerin kuş kadar beyni yok mudur ki dinsel bile olsa anlamak istedikleri her çeşit kavrama ve maddeye kendi dillerinde birer ad, sıfat veremesinler?

Saygılarımla…


t๏lﻮค คrคsคn

“Mesele DİN değil, DİL meselesidir” (M.K Atatürk)

8 Kasım 2011 Salı

AŞK dinmemiştir!

Dinmemiştir 'aşk'
yine dalgındır elleri
uçurum kokar geceler boyu
kırık bir dal
yağma bir bahçe ömür
önce aşk sonra göç başlar
göç başlar savrulur aşklar

bütün suları bıçaklanmış bir akşam
ilk değil ki
ilk değil mecbur gidişler
havada
çığlığı dinmemiş bir korku var
sevda bir ayaz
tutuklu bütün gülüşler
önce aşk sonra göç başlar
göç başlar savrulur aşklar
geride
bütün suları bıçaklanmış bir akşam
.....

♥Mükemmel♥

Aşk'tandır ----> ♥

Sabahlanan her gecenin bir anlamı vardır;ya Aşk'sızlıktandır...ya da Aşk'tandır ...!
Öyle ya da böyle yaramaz bir çocuktur Aşk varoş sokaklarda...

-Pusat Kubra-

Ayşenur Kolivar-Gitme Sevdiğim

Gitme Sevdiğim